Ana Sayfa etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ana Sayfa etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Mayıs 2015 Cumartesi

Tıp Fakültesi Seçerken Özel Üniversite Mi Yoksa Devlet Üniversitesi Mi?

  Öncelikle basit bir ayrım yapıp kıyaslayarak anlatalım.

  Özel üniversiteler fakülte hayatı içindeki eğitiminize büyük destekler verebilir. Örneğin sizlere yurt dışı stajı ayarlayabilir, laboratuvarlardan daha iyi yararlanmanızı sağlar. Devlet üniversitesinde ise tamamen kendi başınasınızdır. Her şeyi kendiniz yapmak ve öğrenmek zorundasınız. Devlet politikası yüzünden tıka basa dolan amfiler ve laboratuvarlara girememe ihtimaliniz bile var. Siz zorlamadıkça kimse size bir şey öğretmeye çalışmayacaktır.

   Klinik eğitimde ise öze üniversitelerin şöyle bir dezavantajı var. Hastalar para ödeyerek geldiği için stajyerlerle uğraşmak ya da stajyerlerin kendilerine herhangi bir işlemde bulunmasını istemiyorlar. Devlet hastanelerinde ise hasta çoğunlukla bunu kabul ederek geliyor. Ama bu sizi yanıltmasın devlet hastanelerinde de bir çok hasta sizi istemeyecek. Bu da yeni sağlık politikalarına dayanıyor diyebiliriz.

  Özel üniversiteler genelde adı duyulmuş iyi hocalarla çalışırlar fakat bir bölümün bütün derslerini aynı hoca anlatır. Büyük devlet üniversitelerinde ise her dersin alt başlığında özelleşmiş hocalar vardır. Bir hoca sadece 1-2 hastalık çeşidiyle ilgilenir ve size onu anlatır.

   Kampüs olarak bakarsak iyi bir özel üniversiteye gitmedikçe basit bir apartman tarzı yerle karşılaşabilirsiniz. Özel üniversite hastaneleri birbirinden uzak yerlere kurulmuş olabilir. Devlet üniversitelerinde ise genelde aynı ortamdadır. Tıp fakültelerinde kampüs seçeneği hiçbir zaman cazip olmayabilir. 1-2 üniversite hariç kampüsler hastane ortamı olduğu için bir üniversite havası yakalayamayabilirsiniz.

   Üniversiteden üniversiteye her şey değiştiği için kendi araştırmanızı yapmalısınız. Önceliklerinizi belirleyip ona göre bir seçim yapabilirsiniz.

Tıp Fakültesi Zor Mudur?

  Benimde seçim yaparken en çok kafama takılan soru buydu tabii ki. Öncelikle tıp fakültesinin zorluğunu belirleyen unsurlara bakarsak bunlardan en önemlisi fakülte unsuru daha sonra ise sizin kişiliğinizdir.

   Tıp fakültelerinde herhangi bir standart yakalanamamıştır. Her fakülte kendi içinde farklı sistemlere sahiptir. O yüzden gideceğiniz fakülteyi önceden araştırsanız iyi olur. Fakat şunu söylemek lazım hangi fakülteyi seçerseniz seçin çoğu bölümden daha çok çalışacağınız kesin. Tıp fakülteleriyle yarışacak bölüm pek yok çalışma yükü açısından bakarsak eğer.

   Kişilik konusuna gelirsek üniversiteyi tatil yeri olarak görüyorsanız kesinlikle bu bölümü seçmeyin. Diğer bölümler çimlerin altında uzanıp güneşlenir, gökten düşen ilk kar taneciğiyle tatile girip sıcacık yorganın altında yatarken sizin pek tatiliniz olmayacağını söylemeliyim. Günlük olarak belirli bir saati derslerinize ayırmak zorundasınız. Tabii ki sizinde gezeceğiniz vakitler olacak ama diğer bölümlerin yanında bunlar çok çok az olacak.

   Tıp fakültesi içinde kıyaslama yaparak konuşmamız gerekirse üzerinizde genellikle bir yük olacak. Fakat yine de atlatılmayacak şeyler değil. Sınıfta kalmak için dersleri tamamen boşlamanız lazım. Eğer birazda olsun vaktinizi ayırıyorsanız dersleri geçersiniz. Her basamağı atladığınızda aslında bir önceki basamağın ne kadar kolay olduğunu anlayacaksınız.

   Tıp çok nazlı bir bölümdür. Kendisine ilgi göstereni yarı yolda bırakmaz. Burada sorun siz onu ne kadar taşıyabileceksiniz? Tıp fakültesini yazarken bir yerde tökezleyeceğinizi bilerek gelmeniz lazım. Fakülte hayatınız sorunsuz bile geçse TUS gibi bir sınava takılabilirsiniz. 

21 Şubat 2015 Cumartesi

Sınav Çalışmaları ve Gönül İlişkileri

 
  Birçoğunuz çevrenizden sınav vakti gönlünüze zincir vurmanız konusunda uyarıldınız biliyorum. Peki gönül ilişkileri sınav hayatınızı etkiler mi? Cevap kuşkusuz evet fakat sadece olumsuz anlamda değil.

   Öncelikle herkesin bildiği olumsuz özelliklerden başlarsak kesinlikle aklınızın ona takılı kalması derse odaklanmanızı engelleyecektir. Onu düşünmeden vakit geçirmek kesinlikle kolay değil. Çoğunuz belki hayallere bile dalacaksınız. Üniversiteye gidince aynı şehiri seçeriz şöyle yaparız böyle yaparız filan diye. Bunu başka bir konuda tekrar inceleyeceğiz ama burada asıl sorun düşüncelerinizi ne kadar kontrol edebileceğiniz. Yaşadığınız bir sorunda günlerce kafanız ona takılacaksa eğer bir yer de buna bir nokta koymanız gerekebilir. Fakat bunun kararını önceden vermelisiniz. Nitekim sınava 1-2 ay kala verilen bir karar sizi daha kötü bir duruma sokabilir. Henüz bir ilişkiye başlamamış platonik arkadaşlarımıza ise tavsiyem ya bir an önce unutun ya da gidin konuşun. Eğer red cevabı alırsanız yine unutmanız lazım malesef :)

   Peki birazda iyi tarafından bakalım. Öncelikle sınav vakti olduğu için çoğu arkadaşınızla bir araya gelemeyeceksiniz. Zamanlarınız bir türlü uymayacak. Ama kafa dağıtmak için takılabileceğiniz biri sevgilinz varsa her zaman bir adım uzağınızda. Birlikte kurulan hayallerin çalışmayı kötü etkileyeceğini söylemiştik. Fakat tam tersi bir şekilde iki tarafı da daha çok çalışmaya itebilir.

   Olumsuz özellikleri yüksek bir şekilde eleyip bu iştende en fazla faydalı bir şekilde yırtmanın yolu da var tabi ki. Öncelikle karşınızdaki kişinin son derece anlayışlı olması ve sizi ders konusunda engellememesi lazım. Seçerken dikkatli davranın :). Sınav vakti yaklaştıkça karşılıklı gerilim son derece yüksek olacaktır. Herkese sinirlenecek her şeye kızacaksınız. Böyle bir durumda kendinizi kontrol edebilmeniz lazım ki bu hiçte kolay bir şey olmayacak.

   Ben sınav için hayatınızı ertelemenizi doğru bulmuyorum. Diğer yazılarımdan da bunu anlamışsınızdır. Bu tavsiyeleri size veren kişi de çevresinin tavsiyelerine uymadı ve son seneler rahat durmadı. Fakat bu olaylar benim sınav başarımı etkilemedi. Bu tavsiyelerle sizde sorunsuz bir şekilde bu dönemi atlatabilirsiniz.

12 Şubat 2015 Perşembe

Yeni bir dili nasıl kısa sürede öğrenebilirsiniz?

  TED konuşmalarını elimden geldiğince takip etmeye çalışırım. Başkalarının bulduğu ilginç metotları bilgileri size gayet basit bir şekilde aktarıp size bir yol haritası çizerler. Bu videoda da nasıl daha hızlı öğreniriz bunu dil üzerinden örnekleyerek bize anlatıyorlar.Öncelikle bu metot sadece dil için değil bir çok şey için kullanılabilir. Malesef video İngilizce fakat yine de bu videoya bir şans verin ve dinleyin.

8 Şubat 2015 Pazar

Çalışıyorum ama olmuyor?


   Sadece sınavda yaşadığımız bir sorun değil bu malesef. Hayatın her alanında karşımıza çıkıyor. İş hayatında, sporda... Peki neden oluyor?

   Bu gibi durumlarda öncelikle sorunun kaynağının nerede olduğunu saptamak lazım. İşin en zor kısmı da budur. Malesef kendimizi değerlendirirken yeterince tarafsız bakamayız duruma. Öncelikle içinde bulunduğunuz durumu tespit edin. Karşınıza bir sandalye koyun ve oraya bir a kişisi koyun. Fakat bu a kişi aynen sizin yaşadıklarınızı yaşayacak. Şimdi bütün ön yargılarınızı, taraflı düşüncelerinizi, " ama ben şöyle yapıyorum"ları bir kenara koyun. A kişisini acımasız bir sorguya çekin. Köşeye sıkıştırın her bahanesine bir cevap bulun tâ ki gerçek cevaba ulaşana kadar. Gerçekten yeterince çalışıyor muyum yoksa çalıştığımı mı zannediyorum? Yaptığım şeye gerçekten hakim miyim? Yapanlar nasıl çalışıyor? Ben onlar gibi çalışmayı denedim mi? Başarmak için neler yapmam gerektiğini biliyor ve disiplinli bir şekilde onu uyguluyor muyum?

   Burada genel olarak insanın kendini kandırdığı cevabı çıkar ama bu cevap öyle kolay çıkmaz. Çünkü kendimize bunu itiraf edemeyiz. Çalışmış olmak için çalışmakla, öğrenmek için çalışmak arasında dağlar kadar fark vardır. Eğer siz bu bilgileri sadece sınav geçsem yeter diyerek öğreniyorsanız ya da içinizdeki bilinçaltınızdaki kişi böyle diyorsa malesef başarısız olursunuz. Sürekli unutur yerinizde sayarsınız.

   Diğer en sık çıkan sonuçsa konu eksiğiniz olduğudur. Bu sonuç çıktığında yapılacak şey güzel bir çalışma programı yapıp bütün eksikleri kapatmaktır. Sanırım en basit sorun bu.

   En önemlisi ise güven eksikliğidir. Yapamıyorum, yapamayacağım bu tip cümleleri düşünenler gerçekten yapamaz. Öncelikle kendinize güvenin. Yapamayacağım yargısını düşünün. Yapamayacağınız şey ne? Size dayatılanlar mı yoksa sizin istedikleriniz mi? Malesef en zor çözümü olan sorun budur. Güveni kaybolmuş birinin başarılı olması da zordur. Kendinize her zorluğa rağmen başarılı olan kişileri örnek alın. Onların hayatlarını okuyun, izleyin. Nasıl yaptıklarına tanık olun. Sadece isteyin yapabildiğinizi göreceksiniz. Bu konuda benim en çok örnek aldığım kişi Atatürk'tür. Kim ne derse desin. Ve onun sözleri bana çok motive edici gelir.

 Zafer, "Zafer benimdir" diyebilenindir. Başarı ise, "Başaracağım" diye başlayarak sonunda "Başardım" diyebilenindir.
    Mustafa Kemal Atatürk

   Hiç bir şey için hiç bir zaman geç değildir. Siz elinizden geleni hatta daha fazlasını yapın. Olduğu kadar olmadığı kader. Unutmayın denemek yok ya yapın ya da bırakın hiç yapmayın.


Tıp ve Kan Tutması

   Tıp eğitiminde gün geçtikçe pratik uygulaması azalıyor. Fakülte boyunca çok fazla kan almak serum takmak gibi işleri yapmayacaksanız ama bol bol göreceksiniz. O yüzden en azından bakarken dayanabilmeniz lazım. İnternlikte ise kesin yapmak zorundasınız bu başınıza sıkıntı olabilir ama insanlarla aranız iyiyse hemşirelerden yardım alabilirsiniz. Onun haricinde doktorların işi değildir zaten kan almak, serum takmak vs. Her doktor bilir ama bunun uygulayıcıları hemşirelerdir. Ayrıca tıpta hiç hastayla karşılaşmadığınız bir çok alt dalda var. Bu yüzden doktor olmak istiyorum derken nasıl bir doktor olacağınızı da azda olsa düşünmeniz lazım.

   Sorunun kökenine bakarsak kan tutması çoğunlukla psikolojik bir sorun olmakla birlikte daha nadir de olsa kansızlık gibi bazı hastalıklarda altında yatabilir. Eğer bir rahatsızlığınız varsa bunu doktorunuzla çözüp görüşerek halledebilirsiniz. Psikiyatrik olarak bakarsak aralıklı maruz bırakma gibi tedavi teknikleriyle çözülebilen basit bir sorundur. Eğer illa tıp bilimlerinde okumak istiyorsanız bir psikiyatri yardımıyla bu sorunu rahatlıkla çözebilirsiniz. O yüzden kan tutması artık bir mazeret değil :)

Sınav Taktikleri - Yol Haritası

  Kendi uyguladığım taktiği sizinle paylaşmakta bir sakınca duymuyorum.

  Öncelikle sınav çalışması iyi bir temel gerektirir. Lisenin ilk yılından yüklenin demiyorum ama verilen ödevleri yapıp konuları anlasanız yeter. Asıl sınav çalışmanız 11'in sonunda başlayacak çünkü. 11'inci sınıfı bitirip yaz tatiline girdiğinizde en geç başlama zamanınız bu olmalıdır. Bundan sonra diğer yazılarımda da belirttiğim gibi ilk konulardan başlayıp sırayla gidecekseniz. YGS çoğunlukla 9. sınıf konularından oluşur ve bu yaz tatili bu konuları halletmek için yeterince uzun. Size tüm gün ders çalışın diyemem sonuçta motor bile tüm gün çalışsa kayışı koparır :). Ben genelde sabahları erken kalkan bir insanım. Size tavsiyemde sabahları 8 gibi kalkıp iyi bir kahvaltının ardından derse başlamanız. Öğlene kadar çalışırsanız günlük işlerinizi halledeceğiniz bir sürü vaktiniz kalacaktır. Eğer konuları yetiştiremeyecek olursanız tatilin sonlarına doğru bu hızı arttırabilirsiniz.

  Okul başladığında hedefiniz ne olmalı peki? Kesinlikle okuldan kopmayın. Burada çalışma zamanımızı biraz arttıracağız. Okul dışındaki vakitlerde 4 saat sanırım gayet ideal bir süre. Aslında bulduğunuz her vakitte ders çalışın bence. Ama bu sürekli ders çalışın demek değil. Boş işlerle uğraşacağınız vakitlerde ders çalışın. Daha sonra artan zamanlarınızı kendinize ayırın. Bu yıl biraz fedakarlık zamanı. Dediğim gibi okulda işlenen derslere çalışmayı ihmal etmeyin sonuçta LYS'de size asıl lazım olacak konular bunlar. Okul derslerinden arta kalan vakitlerde 10. sınıf konularını rahatlıkla bitirebilirsiniz.Burada dikkat etmemiz gereken şey süre ayarlaması 10. sınıf konuları bittikten sonra 11'den devam edin ama sınava bir müddet kala kendinize YGS'yi hatırlatacak bir zaman ayırın. Sınava 1 ay kala herşeyi bırakıp bütün gücünüzle YGS'ye verin kendinizi. Burada genel tekrarlar yapacak bol bol deneme çözüp kendinizi hazırlayacaksınız. Denemeler hakkındaki yarış taktiğini kafanızdan çıkarmayın.

   YGS geçtikten sonra ne yapacağız peki. İşte burada okulla paralel gitmemizin meyvelerini alacağız. Çoğu kişinin yeni yeni öğrenmeye başladığı konular bizim için tekrar olacak. Bu arada kendimizi LYS'ye verip YGS ile ilgili her şeyi unutmaya bakacağız. Sınavdan sonra rehavete kapılmayın.Sınav bittikten sonra gezin ama ertesi gün mutlaka çalışmaya başlayın. Burada programını yoğunlaştırın kendinize ayırdığınız vakitleri biraz azaltın. Son kulvardasınız ne kadar koşarsanız o kadar fark atarsınız. Açıkcası burada çoğu kişi okula gitmez bahane arar. Gitmediği vakitlerde geç kalkar daha az çalışır fakat okula gitmediği için kendini zamanın önünde görür. Bence okula gidin. Teneffüs araları kafanızı dağıtmak için bir numaradır. Arkadaşlarınızla vakit geçirir kısada olsa yorgunluk atarsınız. Benim okula devamsızlığım hiç olmamıştı bu dönemde. Alabildiğimiz hocalardan izin alır ders çalışır kalanlarında da işte kafamızı dağıttık en azından derdik :) Sınavdan önceki gün çalışmayı sevmeyenlerdenim. Ama küçük bir formül tekrarı yapmanız işe yarayabilir. Sınavlar arası olacak boşluklar önemli konuların tekrarı için yararlıdır. Bu aralarda deneme çözmeyin bence zaten vaktiniz dolmuş. Ezberlerinizi pekiştirin daha faydalı olacaktır.

   Benim yol haritam bu kadar arkadaşlar. Size şu gün şunu bugün bunu yap dersem emin olun hiçbiriniz uymayacaksınız. Kimsenin bir günü diğeriyle aynı olmaz. Bir gün oturur 1000 soru çözersiniz diğer gün 1 soru çözersiniz. Ben size kroki çizdim detaylandırması size ait. Bu süre boyunca sınavı asla kafanızda büyütmeyin. Amacınız şurayı kazansam yeter olmasın. Elimden gelen en yüksek puanı yapacağım olsun. Bu kaba hatlara göre programınıza şekil verin. Eğlenmeyi ve kendinize vakit ayırmayı unutmayın. Sizler birer savaşçısınız savaşa yorgun giderseniz dağılırsınız ;)

   

Anestezi İlaç Dozları

Sayın tıpçılar;
Saatlerce uğraşarak hazırladığım doz tablosu.. :) İhtiyacı olanlar faydalansın.
Alfabetiktir ve ilk isim etken madde ismidir. Kalın yazılanlar en bilindik (jenerik) isimleridir.
Risklerine göre renklendirildiler.

İstediğinizden indirebilirsiniz:
Önizleme:
anestezii

7 Şubat 2015 Cumartesi

Tıpta Matematik ve Fizik

  "Ben tıp okuyacağım, matematik ne işime yarar?". Bu soru size de tanıdık geliyor mu? Matematik hayatın ta kendisidir ve eğer bu cümleyi kuranlardansanız malesef tıpta matematiğe maruz kalacaksınız. Matematik olur da kardeşi fizik olmaz mı peki?

   Peki matematik ve fizik tıpın neresinde diye bakacak olursak biyofizik, istatistik, doz hesaplamaları ve favorimiz sıvı replasman tedavisi hesapları.
   Biyofizikte bolca fizik göreceğiz, matematiğin hesaplarına çok girmeyeceğiz çünkü çoğu bizim için hali hazırda hesaplanmış veriler olacak ama fizik formüllerine bağlı kalacağız. Biyofizikte özellikle manyetik çok yer tutar. Görüntüleme yöntemlerinin işleyiş prensipleri lise fizik bilgileri olmadan tam olarak anlaşılamaz.
   İstatistik dersi ise koca bir kabustur çoğu tıpçının gözünde. Bir çok formül, bir çok hesap içerir. Temel olarakta olsa türev ve integral bilgisi ister.
   Ve tıbbın havuz problemleri muamelesi gören kısmı sıvı replasman tedavisi hesapları. Öğrendikten sonra zorlamaz çünkü tek mantığı vardır. Amacınız daima aynıdır. Formüllerini ve miktarları ezberlemeniz gerekir.

   Matematik ve fiziği her alanda göreceksiniz. Çünkü bunlar doğanın temel bilimleridir. Klasik bir doktorun çok fazla yaklaşacağı şeyler olmayacaktır ve tıp okudukça hesap bilgilerinizin köreldiğini göreceksiniz. Fakat bir araştırmacı ve üretici olmak istiyorsanız ister istemez bunlara yaklaşacaksınız. O yüzden matematiği sevmeye bakın.

1 Şubat 2015 Pazar

Tıp Ezber Midir?


   Sıkça sorulan bir soru tıp ezber midir? Cevap kısa ve net ezberdir. Fakat bu ezberin yorum kısmı gerçekten zorlayıcı ve klasik ezberle geç yöntemlerinin uyacağı bir ezberleme değildir.

   Matematikte bir sorunun bir çözümü vardır. Denklemi ezber rakamları oturtur geçersiniz. Sosyal bilimlerde yine aynı şekildedir. A olayının vardığı yer daima aynı yerdir ezberlersiniz biter. Fakat tıpta böyle değildir. Öncelikle hastalığı ve belirtilerini ezberlersiniz. Fakat size hastalık sorulmaz hasta sorulur. Bir hastalığın belirtilerinin hepsini taşımaz hasta. Genellikle bir çok hastalıkta olan ortak olan semptomları taşır ve siz doğruyu bulmak için ayırıcı tanı dediğimiz olaylara gidersiniz. Ama bütün hepsi hastadan hastaya değişir. Hastada var olan bir sorun veya kullandığı bir ilaç bazı semptomları gizleyebilir, testleri yanlış çıkarabilir. Hasta size hastalığı kitaplarda yazdığı gibi tarif etmeyebilir, hastalığın seyri kitaplardakilerden farklı olabilir. Hatta böyle bir durum hiç görülmemiş bile olabilir. Tıpta her alt başlığı eksiksiz ezberlemek ve aralarında doğru ilişkileri kurmak zorundasınızdır. Deneme yanılma yoluna gitmeniz çok kötü sonuçlara sebep olabilir. Matematikle tıbbın farkı matematikte formülden sonuca gidersiniz, tıpta sonuç parçalarından sonucu çıkartır formülü kendiniz oluşturur ve gereklerini yaparsınız.

   Bir de eklemek gerekir ki tıpta yaratılıcılık çok fazla kullanılamaz. Eğer araştırma yapmıyorsanız sadece hasta bakıyorsanız sizden önceki araştırmacıların izlediği aynı yolu izlemelisiniz. Her adımınızın bir kanıtı olmalı. Klinik tecrübenize göre bir hastalığa direkt 2. sıradaki tedaviyi uygulamak isteyebilirsiniz. Fakat bir şeyler yolunda gitmezse suçlusunuzdur. Hatta yolunda gitse de bir davayla karşılaşabilirsiniz. O yüzden tıp çok fazla yeniliği kabul etmez. Onaylanmayan yaklaşımlar uygulanamaz.

   Genel olarak tıbbın yaklaşımı şu şekildedir. Hastadaki bulguları toplarsınız. Bu bulgularının hepsini ya da çoğunu içeren bir kaç hastalığı düşünürsünüz. Sonra bunlar için testler yapar, tanıyı kesinleştirirsiniz. Sonra o tanıya uygun verilecek tedavi önceliklerini belirler hastaya göre düzenler ve uygularsınız.

   Gelelim asıl soruya:Peki tıp fakültesindekilerin hepsinin ezberi güçlü mü? Hayır. Tıp fakültesindeki çoğu öğrencinin ezberi güçlü değildir. Bu kişiler gayet başarılı bir doktor olabilir. Fakat başarılı bir öğrenci olamazlar. Herkes iyi ya da kötü fakülteyi bitirebilir, konuları öğrenebilir. Fakat insanı iyi doktor yapan başka şeylerde vardır. Muayene becerisi, hastayla iyi iletişim, bilgiyi klinikte uygulayabilme becerisi...

   Sanırım bir kaç bölüm House M.D. izlemek bu konu hakkındaki düşüncelerinize biraz ışık tutabilir :) . Ezber ve akıl yürütmenin birlikte gittiği bir daldır tıp. İkisinden birinde eksikliğiniz varsa öğrencilik hayatınız biraz zor geçecek demektir.
   

   

Başarı Hikayesi-Peaceful Warrior


  Dan Millman adlı kişinin hayatından etkilenerek yapılan bir film Peaceful Warrior.

  Dan Millman istediği herşeye sahip olan bir atlettir. Babası zengin,derslerinde başarılı, sporda başarılı, hoş bir fiziğe sahip, sosyal ortamlarda sevilen, istediği zaman istediği kişiyle birlikte olabilen birisidir. Fakat tüm bunlara rağmen sürekli kabuslarla uykusu bölünmekte ve kendisini çaresiz hissetmektedir. Daha sonra kendisine tuhaf davranışları olan bir eğitmen bulur. Bu sırada başına kötü bir olay gelir. Fakat yeni koçu sayesinde hayatı anlamlandırmaya başlamıştır. Daha önce hiç sahip olmadığı deneyimler edinmiştir.

   Büyük bir başarı hikayesini anlatan film son derece sürükleyici ve akıcı bir film olmuş. Başrol oyuncularının usta oyunculukları ise filmi daha gerçekçi kılmış.

   IMDB puanı 7,3 olan filmi motivasyon ihtiyacı olan her sporcu/öğrenci tarafından izlenmeli.

29 Ocak 2015 Perşembe

Son sınıftaki gereksiz dersler ve sınav çalışması

   Çoğu kişi sınavda çıkmayan derslerin gereksiz olduğunu ve bu derslerle vakit kaybedilmemesi gerektiğini düşünür. Kimi dersi hiç dinlemez, kimi dersi kaynatır. Bu düşünce yalnızca size zarar verir. Bu tip dersler sizi aklınızı farklı konularda çalıştırmak ve kültürünüzü arttırmak için konulmuştur.

    En çok şikayet edilen derslerden biri İngilizce. Bu dersi dinlemediniz test çözdünüz ve iyi bir bölüm kazandınız diyelim. Günümüzde çoğu bölüm İngilizce eğitim vermese de sizi bir hazırlık eğitiminden geçirmek ister. 1 yıl boyunca İngilizce çalışmayan biri halihazırda olan bilgilerini de unutarak buraya gelir. Hazırlıkta öğreniriz diyenler genelde hazırlıkta üst üste çakarlar. Bir kısmı okulu bırakır, bir kısmı kurslara kaydolur zar zor toparlar giderler. Hangi bölümde okuduğunuzdan bağımsız olarak İngilizce meslek hayatınızda da illa ki kullanacağınız, hiç yoktan formaliteden bile olsa bilmeniz gereken bir dil. Evet ülkemizde dil eğitimi iyi değil. Fakat yine de olanakları zorlamalısınız. Ne kadar uzun süre İngilizce dinlerseniz o kadar çok kalıcı olaraktır. O yüzden bu dersleri kaynatmak yerine değerlendirmeye bakın. Hatta anlayışlı bir öğretmene sahipseniz sizi daha o son sene de hazırlık sınavlarına yönelik dersler işletmeye çalışın.

   Hadi İngilizce neyse diğer dersler ne olacak dediğinizi duyar gibiyim. Bu dersler zihninizi farklı yerlere yönlendirecek düşünce sisteminizi geliştirecek, beyninizin farklı bölgelerini koordinasyonlu kullanmanızı sağlayacak ya da genel kültür verecek derslerdir. Günlük hayatınızda fizik kimya kullanmayacaksınız belki ama bu dersleri kullanacaksınız. Bir bilgi hiç beklemediğiniz bir yer de karşınıza çıkabilir. Slumdog Millioner filmi biraz abartılmış olsa da yine de size bu dersi vermeyi amaçlayan bir film.

   Okulları sadece matematik. coğrafya olarak görmeyin mümkün olduğunca çok bilgi toplayıp kendinizi geliştirmeye bakın. O derslere herkes zaten çalışıyor. Sizi diğerlerinden farklı kılacak bir adım öne çıkaracak şey bu temel dersler dışında ne kadar bilgiye sahip olduğunuzdur.

27 Ocak 2015 Salı

Sınav taktiği- YGS-LYS farkları

  Bu iki sınav öğrencilerden birbirinden tamamen farklı yetenekler beklemektedir. Sınavlar birbirinden farklı olduğu için çalışma taktikleri de farklı olmalıdır.

  YGS sınavı öğrencilerden derslerin temel konuları hakkındaki bilgilerini göstermelerini ister. Bu sınavda gelen sorular soru bankalarında çözdüğünüz soruların birebir aynısı olmaz. Daha çok bilgileri yorumlama yeteneğiniz önemlidir. Bu bölüme çalışırken mümkün olduğunca farklı çeşitte sorular çözmelisiniz. Bilgileri ezberlememeli çıkış yollarını öğrenmelisiniz. Eski yılların sorularını çözmek sizden ne türde yorumlar yapmanız gerektiğini anlamanızı sağlayacaktır. Sorunu kompleksleştirmek yerine basitleştirmeli ve konu hakkınızdaki bilgilerinize dayanarak fikir yürütmelisiniz. Özellikle en çok zorlanılan dersler matematik ve fendir. Matematik kısmı çoğu sayısal öğrencisini bile hayal kırıklığına uğratmaktadır ki bu da bize formülleri ezberlemenin bir önemi olmadığını gösterir. Bu yüzden soru çözerken farklı soru tiplerinin bulunduğu sizi biraz daha zorlayacak kaynaklara yönelin. Fen bilimleri bölümleri ise tamamen yorumun öne çıktığı bir daldır. Burada derslerinizi dikkatle dinlemeniz sizin en büyük yardımcınız olacaktır.Bir klişe ama fen bilgisi derste öğrenilir. Soru çözerek pekiştirebilirsiniz ama yorum yeteneğiniz dersi takip etmenize göre değişecektir. Bu bölümde daha çok okumak öne çıkıyor. Tavsiyem bolca bilimsel kitap okumanızdan yana olacaktır. Popüler bilim dediğimiz çok sıkmayan bilgi dolu kitapları tavsiye ederim. Türkçe bölümü ise tamamen okuduğunu anlamadan oluşmakta bunun içinse yine kitap okumayı tavsiye edeceğim. Bolca anlatım bozukluğu sorusu çözmeyi de unutmayın.

  LYS sınavına gelecek olursak bu sınav önceki sınavdan farklı olarak sizin bilginize yoğunlaşmaktadır. Sayısal bölümler için formüllere yüklenmeli, sözel bölümler içinse ezber yeteniğinizi kullanmalısınız. Bu bölüm bolca soru çözerek pratik yapmanız gereken bir bölüm. Konu sayısı ve zorluk seviyesi olarak YGS'nin üstünde olan bu bölüm sorulara ayrılan süre olarakta YGS'den üstün. Sanırım burada tek kullanacağımız artı süremizin daha fazla olması olacak. Her konudaki detayları bilmelisiniz. Çünkü küçük detayların sorgulandığı bir sınav.

  Çoğu kişinin bir sınavıyla diğer sınavı arasında büyük bir uçurum vardır. Bunun sebebi iki sınavda da aynı taktikle çalışmaktadır. Sınavların farkını iyi anlamalı ve çalışmanızı buna göre yönlendirmelisiniz.

26 Ocak 2015 Pazartesi

Tanısal test ve Tarama testi nedir, farkları nelerdir?

   Testlerin ne amaçla yapıldığını bilmek sonuçların bize ne ifade ettiğini anlamamızı sağlayacaktır. 

   Tarama testleri belli bir rahatsızlık veya hastalık riski yüksek kişileri hastalık belirtileri göstermeden,  hatta risk altında olabildiklerini anlamadan önce tanımlamak için kullanılan laboratuvar testleridir. Bu testlerden elde edilen bilgiler hastalara riskleri veya rahatsızlık veya hastalığı geliştirme olasılığı hakkında bilgi vermek için kullanılabilir. Pozitif bir tarama testi ardından sıklıkla tanıyı doğrulayacak bir testin yapılmasını gerektirir. 
    Tanısal test genellikle belli bir hastalığın belirtileri, bulguları ve başka kanıtları olan kişide tanıyı doğrulamak için kullanılır.
    Bu durumda yapılan tarama testleri bizim bir hastalık açısından ne kadar risk taşıdığımızı tanı testi ise o hastalığa sahip olup olmadığımızı anlamamızı sağlar. Tarama testleri tüm topluma uygulanabilen, ucuz, ulaşılması kolay, hata payı yüksek testlerdir. Tanısal testler ise maliyeti daha yüksek, sadece risk altında olduğu düşünülen kişilere uygulanan, hata payı oldukça düşük olan testlerdir. Örneğin eczanelerden alınan hamilelik testleri bir tarama testidir. Fakat bu testin negatif olması testi yapan kişinin hamile olmadığını göstermez. Testin daha sonra tekrarlanması gerekir. Fakat bu testin hamileleri seçme oranı yüksektir. Yani pozitif değerdekiler sıklıkla hamiledir.  
    En çok kafa karıştıran başka bir örnekle açıklamak gerekirse hamilelik döneminde yapılan kombine test bebeğin Down Sendromu olma ihtimalini bize söyler. Fakat bu çocuğun Down Sendromuyla doğacağını garantilemez. Bize belirli bir yüzde de risk belirtir. Daha sonra aile eğer gebeliğin sonlandırılması kararı alacaksa kesin tanı için tanısal teste geçilir. Hamileliğin süresine göre kordon villüs örneklemesi veya amniosentez yapılarak bebeğe ait hücrelerin kalıtsal materyali karyotipleme yöntemi ile incelenerek kesin tanı konulur.

25 Ocak 2015 Pazar

Asus X550JK Kullanıcı İncelemesi


Yaklaşık 3-4 aylık Asus X550JK dizüstü bilgisayar izlenimlerimi sizinle paylaşacağım.
Görüntü olarak başlarsak Asus bizi güzel bir tasarımla başbaşa bırakıyor diyebiliriz. Özellikle bilgisayarın kapağı modern izler taşıyor. Bilgisayarda genel olarak siyah ve gri tonlarını kullanmış. Klavye arkası gri bir arka plan seçilmiş bilgisayar için ki bence tamamen siyah dizüstülerden daha şık bir renk olmuş. Kapakta ve ekranın alt kısmında bulunan Asus logosu yansımalı bir maddeden yapılmış ve modern bir hava katmış. Eş değerlerine göre oldukça ince ve şık bir havası var. Tuşların ve girişlerin yerleri gayet güzel seçilmiş fakat alt bölmede bulunan havalandırma ızgarası bana biraz küçük gibi geldi. Sanırım burada işlevsellik ön planda tutulmuş.
Kasa İlk bakışta aliminyum gibi gözükse de plastik bir yapı. Bilgisayar genel olarak gayet sessiz. Kasanın soğutması ustaca ayarlanmış. Yük altında kol dayama panelinde bir ısınma hissedilmiyor. Yük altında eş değerlerinin aksine fan sesi çok rahatsız edici düzeylere ulaşmıyor. MousePad’in boyutu gayet normal, hassaslığı ise gündelik işler için yeterli. Fakat tıklama durumunda çıkan ses biraz yüksek yine de rahatsız edici olduğunu söylemem. MousePad’i klavye aracılığıyla kapatabiliyoruz ki bence bu önemli bir özellik. Oyunlarda yanlışlıkla dokunmayı engelliyor, fakat kapatmadığınız takdirde de oyun sırasında dokunmanız pek mümkün değil. Klavyeye gelirsek sanırım bilgisayardan en çok şikayetçi olunan durum bu. Maalesef klavye beni de çok rahatsız etti. Tuşlara biraz sert basmanız gerekiyor ki bu akıcı yazmayı biraz engelliyor. Oyunlarda ise herhangi bir rahatsızlık yaratmıyor. Tuşların aralıkları gayet uygun, fn fonksiyonları akıllıca yerleştirilmiş. Ekran olarak 1366x768 çözünürlüğe sahip mat ekran seçilmiş. Çözünürlüğü biraz düşük olsa da günlük kullanım için yeterli. Oyunlarda muhakkak ki fark yaratacaktır fakat yine de sizi yarı yolda bırakacak bir ekran değil. Mat ekrana sahip olması göz korkutsa da parlaklık konusunda bir sıkıntısı yok, ışığı yansıtmaması ise büyük bir avantaj. Fakat bilgisayar geldiğinde ufak birkaç ekran ayarı yapmanız ekrandan tam performans almanız için şart. DVD-RW’nin kapatılması biraz zor fakat alışınca herhangi bir sorun oluşturmuyor. DVD-RW bu bilgisayarın sessizliğini bozan birparça olarak karşımıza çıkıyor. Kullanıldığı zaman ciddi anlamda yüksek bir ses çıkarıyor ki bu genel olarak DVD-RW’larda olan bir sorun. Bilgisayarın bence bir eksiğide aynı anda mikrofon ve kulaklık bağlayamıyor olmanız. Fakat bilgisayarın dahili mikrofonu gayet net bir ses sağlıyor. Bilgisayarın hoparlörleri yüzeyden gözükecek bir yere yerleştirilmemiş fakat ses kaliteli gayet güzel.
i5 4200H işlemciye sahip bilgisayar güncel oyunlar için gayet yeterli bir işlem gücü sunuyor. Bilgisayarı alırken kafama takılan i7-i5 seçimi konusunda i5 seçerek f/p açısından doğru bir tercih yaptığımı düşünüyorum. Intel HD Graphic 4600 ekran bağdaştırıcı günlük işler için gayet güçlü bir donanım olmuş. Yüksek performans için GTX850M ekran kartıyla güçlendirilmiş görüntü birimi bir çok oyunda Ultra-High özelliklere ulaşıyor. Ram olarak 4GB olan versiyonunu kullanıyorum Crysis gibi yüksek sistem özellikleri isteyen bazı oyunlarda mikro donmalara neden olsa da oyun deneyiminizi bozacak bir sorun oluşturmuyor. Aynı zamanda RAM ekleme imkanı sağlayan kasa yapısı sayesinde yükseltilmesi oldukça kolay.
Aldığım günden beri bir çok oyunu oynadım. Bilgisayarım beni hiç birinde yarı yolda bırakmadı. Günlük kullanımda gayet hızlı. Bilgisayar bize Free-DOS yani işletim sistemi olmadan geliyor. Win 8.1 ile çok akıcı bir kullanıma sahip. Bilgisayar Bekleme Durumu’ndan tam çalışır duruma 2 saniyede geliyor. Açılış hızı ise gayet tatmin edici.
Genel olarak yorumlarsak alanı yarı yolda bırakmayacak bir donanıma, güzel bir tasarıma sahip. Klavyesinden biraz not kırmak gerekli. Bir f/p ürünü olanbu bilgisayarı sizlere tavsiye edebilirim.


Kitap İncelemesi-Kara Kule Serisi


Bitirdikten sonra etkisinden çıkamadığım bir kitabı paylaşmak isterim. Stephen King’in Kara Kule serisi. Seri 7 kitaptan oluşmakta ek olarak ise bir adet hikâye ve çizgi romanlarda içermektedir.
Seriye genel olarak bakarsak her kitapta yeni bir macera ve değişik bir hikâyeye dalış yapacağız. Bu farklı hikâyeler, ana hikâyeden kopmadan kuleyi merkezde tutarak aktarılmış. Serinin tamamlanması gerçekten uzun bir süreye yayılmış. Bu süre içerisinde yazarın tarzının nasıl değiştiğini de gözlemleyebiliyoruz. Her kitap size farklı bir tecrübe yaşatıyor. Ayrıca her kitabın başında önceki kitaplardaki olayları cidden çok kısa bir şekilde özetlemesi kitapların içeriklerinden ve önemli olaylardan kopmadan devam etmenizi de sağlıyor.
 İçeriğine bakacak olursak post-apokaliptik bir dünyada eski tarz yaşayan bir silahşorun her şeyin merkezinde olan Kara Kule’ye olan yolculuğunu göreceğiz.
İlk kitapta(Silahşor) kahramanımızın bazı sorulara cevap bulmak için Siyahlı Adam’ı takibi anlatılıyor. Kitaba başladığınızda kendinizi hikâyenin ortasında buluyorsunuz. Hiçliğin ortasında iki adamı takip ediyoruz. Kitap boyunca büyük bir yalnızlık ve boşluk hissi kaplıyor içinizi. Aklınızda birçok soru oluşuyor. Silahşor kim, Kara Kule ne ve neden önemli, Siyahlı Adam kim ve en önemli soru biz nasıl bir dünyanın içindeyiz? İlk kitapta aklınıza birçok soru işareti doluşacak. Silahşorun iyi karakter mi kötü karakter mi olduğunu bile sorgulayacaksınız. Sürükleyici ve ilginç bir hikâye sizi bekliyor.
İkinci kitabımızda(Üçün Çekilişi) silahşor Kara Kule yolunda kendine eşlik edecek üç arkadaşı bizim dünyamıza benzeyen ama farklı zaman dilimlerinden kendi dünyasına çekiyor. Burada bu karakterlerin yaşamlarını kişiliklerini görüyoruz ve silahşorun ortamına nasıl uyum sağladıklarını görüyoruz.
Üçüncü kitapta(Çorak Topraklar) silahşorun dünyasının nasıl bir yer olduğuna bakıyoruz. Bozulmuş bir dünya karşımıza çıkıyor. Bu dünya neler olduğunu yavaş yavaş çözüp kafamızda bir şekil oluşturuyoruz. Sanırım burası herkesin kendi hayal dünyasına kalacak. Fakat benim kafamda oluşan dünyaya bakacak olursak bir şekilde dünyaya radyasyonun yayıldığı, bazı yerlerin kısmen korunduğu ama radyasyon yüzünden her şeyin değiştiği, çoğunlukla çorak topraklardan oluşan, yaşamın zor ve çileli olduğu, insanlığın ölmek üzere olduğu bir dünya görürüz. Çok eski insanların büyüyle dünyaya hâkim olduğu daha sonra teknolojinin son derece geliştiği ve büyünün yerini makinelerin aldığı bir geçmişi var. Bu ara ile günümüz arasında büyük bir uçurum ve boşluk var. Uzun bir süre sonra Arthur Eld diye ortaçağ tarzı bir kahramanın dünyaya geldiğini anlıyoruz fakat bu karakterin kim olduğu ve neden önemli olduğu yine meçhul ama dünya bozulmadan önce geldiği ve bir düzen kurduğunu anlıyoruz. Daha sonra bu dünyanın merkezi Gilead’ın düşüşü ve birkaç savaşın sadece adını duyuyoruz. Gilead düşmeden önce dünya bozulmaya başlıyor fakat Gilead’ın düşüşüyle artık bozulmanın karşısında kimsenin kalmadığını biliyoruz.
Dördüncü kitap(Büyücü ve Cam Küre) bizi Gilead’ın son zamanlarına götürüyor. Burada silahşorun geçmişinden önemli bilgileri, silahşorun eski katetini ve hüzünlü bir aşk hikâyesini karşımızda buluyoruz. Önceki kitaplardan farklı bir tada sahip olan bu kitapta silahşorun bugünkü haline bürünmesine sebep olan aşkı öğreniyoruz. Aynı zamanda Gilead’ın en güvendiği bölgelerde bile ne derece büyük hainlikler döndüğünü ve yıkımın kaçınılmaz olduğunu da anlıyoruz.  Kitaba giren büyücü ve cam küre ise artık hikâyemizi bilinen gerçekliğin daha üstüne götürüp bu dünyadaki sihirin önemi ve gücünü de gösteriyor. Sihir eskilerde kalsa da henüz bitmemiş.
Beşinci kitap(Calla’nın Kurtları) bir müddet Kara Kule’den bizi uzaklaştırmış gibi hissettirse de bu savaş kuleye ulaşırken bilgilerimizi önemli ölçüde etkileyecek. Eskilerin aletlerinin karşısında savaşan bir köyü anlatacak. Kara Kule’nin yıkılmaya çalışırken ne tür planlar döndüğünü aktaracak.
Altıncı kitabı(Susannah’nın Şarkısı) anlatırken maalesef biraz spoiler vermek zorunda kalacağım. Henüz önceki kitabı okumadıysanız ve spoilerden nefret ediyorsanız bu bölümü atlayabilirsinizJ. Bu kitapta Susannah’nın kaçışını anlatıyor. Ve önceki kitapta kafamıza takılan hamileliğin nereden geldiğini ve nasıl bir tezgâh döndüğünü kavramımızı sağlıyor. Aynı zamanda günümüz dünyasının son bilmeceleri açığa çıkıyor. Kara Kule’yi yıkmaya çalışan karakterlerin peşinden koşuyoruz ve onların nasıl yaratıklar olduğunu öğrenmeye başlıyoruz. Açıkçası yazarın bu ve bundan sonraki kitaba kendini taşıması beni çok rahatsız etti. Değişik bir bağlam olduğunu kabul edebilirim ama yine de bence can sıkıcı bir gelişmeydi. Büyük bir zorlamayla kendini serinin ortasına bıraktı. Bu bölümler cidden sıkıcı hikâyenin akmasını engelleyen bir yapıdaydı.
Yedinci kitap(Kule) artık sona yaklaştığımız bu kitap son gizemlerin çözüldüğü aksiyonun hat safhada olduğu bir kitap. Kule’nin nasıl yıkılmaya çalışıldığı, Kızıl Kral’ın kim olduğu, karakterlerin sonları ve ihtişamlı Kule bizi bekliyor. Bu kitap hakkında çok şey yazılabilir ama buna lüzum görmüyorum. King önemli ve zor olanın son yazmak olduğunu söyler ve gerçekten güzel bir son yazdığını söyleyebilirim. Yalnız kitabın sonuna eklenen Kara Kule şiirini kitabı bitirir bitirmez okumanızı tavsiye etmem. Önce o güzel sonun tadını çıkarın seriyi sorgulayın.
Dört buçuğuncu kitap(Anahtar Deliğinden Esen Rüzgâr) bize iç içe hikâye aktarıyor. Kule serisini etkilemeyen hikâyeler fakat yine de sürükleyici ve güzel anlatımlı hikâyeler. Yalnız ufak bir mesaj verilmiş. Gilead’ın düşmesini isteyenlerin kendince bir sebebi olduğu alt mesaj olarak yerini bulmuş. Burada seriyi ve Gilead’ın adaletini sorgulamamızı söylemiş.

Bu seriyi okumaktan kesinlikle pişman olmayacağınızı söylemek isterim. Kütüphanemdeki büyük bir boşluğu yeri hiç değişmeden dolduracak.

Sınav taktiği-Bu konuyu biliyorum yanılgısı

   Sınavlara hazırlanırken ister istemez her birimizin yaptığı bir şey vardır. Bu konuyu biliyorum, bilmediğim konuya çalışmalıyım yanılgısı.
   Öncelikle bu hatanın doğru olduğu tek bir durum vardır. O da sınava çok az vakit kaldığında konuya hali hazırda hâkimken yapıldığındadır. Onun dışında bir konuyu atlamak sizin için dezavantajdır. Bir konuyu ne kadar iyi bilirseniz bilin konuya her açıdan hâkim olmanız imkânsızdır. Sınavlarda yer alan bir soru sizi kolayca ters köşe yapabilir. Bu yazıdaki tavsiyelerim özellikle çalışmaya yeni başlayacak arkadaşlar için geçerli olacak.
  Sınavlara çalışmaya başladığınızda belleğinizde yeni bir sayfa açmalısınız. Sanki öğrenmeye yeni başlayan biri gibi davranmalı ve adım adım ilerlemelisiniz. Özellikle dersin ilk konularında hat safhada olan bu yanılgıyı kırmalı ve konuyu yeniden öğrenerek bütün soru çeşitlerini taramalı bütün yaklaşımlarını öğrenmelisiniz.  
   Dersler genelde bir önceki dersin devamı şeklindedir. Eğer bir konuyu öğrenmekte zorluk çekiyorsanız bunun nedeni bir önceki konuya yeterince hâkim olmamanızdan kaynaklanmaktadır. O yüzden sınavlara çalışmaya başladığınız ilk gün en temel konudan başlamalı ve öyle ilerlemelisiniz. Asıl eksik olduğunuz konulara ağırlık vermek ise o konuya sıra geldiğinde olmalıdır.
    Bu konuyla ilgili yaşadığım bir anıyı da aktarmak isterim. Bir gün matematik hocamız sınıftaki bir arkadaşa sözlü yapacaktır. Kendisinden çok iyi bildiği bir konuyu seçmesini ister. Arkadaşımızda matematiğin ilk konusu olan Sayıları seçer. Hoca emin olup olmadığını sorar ve cevap “Sayıları çok iyi biliyorum.” olunca ona sadece bir tane soru sorar ve sonuç hüsran olur. Unutmayın her konunun bir uç noktası vardır. Üniversite sınavlarında genelde düşünebilmek ve üretebilmek ön plandadır. Çıkan sorular klasik test kitaplarında olan sorulara benzemez. O yüzden her konuya hâkim olmalı ve dersin mantığına uygun düşünebilmelisiniz.

Sınav taktiği-Başkalarıyla kıyas

    Sınavlar yaklaştığında çoğu kişinin içine bir umutsuzluk düşmekte ve bahaneler hazırlanmaktadır. Bu bahanelerin en önde geleni:  “Ben seviyesi düşük bir okulda okuyorum, nasıl başarılı olabilirim?”.
  Öncelikle bunun yanlış olduğunu Türkiye’nin önde gelen fakültelerinde hiç adı duyulmamış devlet liselerinden gelen birçok örnekle kanıtlayabiliriz. Peki, onları buralara taşıyan neydi? Çok iyi bir okulda okumaları mı, sürekli özel dersler almaları mı? Bunlardan hiç biri değildi. Yalnızca azim ve çalışmak.
Sınavlara çalışırken daima en iyisini, en yükseğini hedeflemelisiniz. Unutmayın ki çalışmanın elinden kurtulabilecek hiç bir şey yoktur. Bende sizin gibi bir öğrenciydim. Birçok kişiden iyi olduğumu biliyordum ama sonuçta en yüksek düzeyde öğrencileri barındıran fen liseleri öğrencileri, sürekli özel dersler alan her açıdan desteklenen öğrenciler, özel okul öğrencileri varken sınavda derece yapmak bana çok uzak gözüküyordu. Ama elimden geleni yapmam gerektiğini, hepimizin sınavda eşit olduğunu ve çalışmamızla baş başa kaldığımızı biliyordum. Birçok özel destek alan öğrencinin sınavlara yeterince önem vermediğini küçümsediğini de biliyordum. Üstelik onlar benden üstünse eğer neden benden daha fazla yardıma ihtiyaç duyuyorlardı ki?
Sınıf arkadaşlarımı hatırlıyorum. Çok parlak bir öğrenci olduğum söylenemezdi. Sonuçta bütün sınavlardan tam not alan, demelerde benden yüksek puanlar alan birçok arkadaşım vardı. Onlar sınavda başarısız olmadılar evet ama benim çok arkamda kalmışlardı.

Onların sizden daha fazla artıları olduğu doğru peki sizin artılarınız neler? İşte bu artıları kendiniz yaratmalısınız. Hedefiniz için hiç durmadan çalışmalı ve kendinizden emin olmalısınız. Son olarak çalışmamaya bahane olarak eşitsizliği veya kendinizi küçümsemeyi seçmeyin.

14 Ekim 2014 Salı

Üniversiteye kapağı atmak

    Sınavlara çalışırken çok duyulan bir laf vardır. Üniversiteye kapağı attın mı rahatsın. Fakat gel gelelim işler hiçte böyle yürümüyor.

    Bir çoğumuz büyük bir çalışma ile istediğimiz yerlere gitmek için çırpınıyoruz. Üniversiteye geçince rahatlamak ve bir şekilde bitiririz mantığıyla düşünmeye başlıyoruz. Halbuki üniversite sizin lise hayatınızdaki çalışmadan çok daha yoğun bir çalışmayı içerecek. Üstelik üniversiteli olmanın verdiği heyecan ve fırsatla daha çok sosyal olmak ve daha bağımsız hareket etme isteğimizi de bu çalışma temposunun içine sokmanız gerekecek. Tüm bu karmaşa da aslında lisede ne kadar rahat olduğunuzu düşünmeden edemeyeceksiniz. Ben geçmişe baktığımda şuan ki çalışmamı eğer lisede yapmış olsam değil Türkiye Amerika birincisi bile olabilirdim diyorum:)

   Buradan şimdiden size bazı tavsiyeleri vermek isterim. Üniversite not ortalamanız sizin için her şeydir ve bunu iş işten geçtikten sonra düzeltemezsiniz. Her şey zamanında olmak zorunda. Öğrendiğiniz her bilgi her alanda karşınıza çıkacak ve hatırlamama veya unutma gibi bir lüksünüz yok. O yüzden üniversiteye başladığınız anda kendinizi bir rahatlığa kaptırmasanız iyi edersiniz.

    Bazı arkadaşlarımız bu tavsiyeyi yanlış anlayıp hayatını ders odaklı hale getiriyor ki bu da aslında çok yanlıştır. Meslektaşlarınızla bulunduğunuz bir ortamda son derece sosyal olmanın artısını iş hayatınızda da elbette göreceksiniz. Kariyerinizin temellerini attığınız yer burası olacak. O yüzden insanlarla bol bol ilişki kurup kendinizi geliştirin. Ayrıca arkadaşlarınız sizin haber ağınızdır. Üniversitede her şeyi kendi başınıza takip edemezsiniz. O yüzden haber ağınızı geniş tutun. Bu yılların bir daha gelmeyeceğini belirtmeme gerek yok sanırım.

    Hayatta her şey dengelidir. Sizinde üniversite hayatınızı dengeli kurmanız dileğimle.

12 Ekim 2014 Pazar

Tıp şuan uygun bir seçim mi ve tıbbın geleceği nedir?

   Bir arkadaşlarımızdan gelen bir soru üzerine bu yazıyı yazıyorum. Çoğunluğu o soruyu cevaplayacak şekilde olacak.

    Sağlık sisteminin ülkemizde öteden beri bozuk olduğu aşikar. Evet bir yenilenme lazım. Ama günümüzde bu yenilenme doktorlara sorulmadan ve tamamen kâr prensibi üstünden gidiyor. Devletin sistemin başına getirdiği kişiler ne kadar kaliteli bir sağlık hizmeti verildiğini umursamıyor ne kadar çok kâr getirdiğine bakıyor. Bu prensip sonucu da çalışan maaşlarından kısma, çalışma sürelerini uzatma, daha fazla müşteri(!) çekme, daha az maliyetle daha çok iş görme prensibi üzerinden gidiyor.

   Doktorların buradaki durumuna bakılırsa doktorlardan istenen 5 dakikada bir hasta bak, en az tetkikle tanı koy ve gönder şeklinde işliyor. Bizim hastanemizde bir tam muayene ve hasta öyküsü yaklaşık 45 dakika sürüyor. Tabii ki bu son derece hızlı ve tecrübeli kişiler tarafından yapılabiliyor. Doktorun 45 dakikayı 5 dakikaya sıkıştırmaya çalıştığını düşünürseniz iş yoğunluğunu tahmin edersiniz. Tabii bunun sonucunda çoğu muayeneyi atlamış olacaksınız ve bu kararınızı da etkileyecek. En az tetkik olayını sağlamak için her hasta başına belirli bir miktar para belirleniyor ve siz o parayı aşacak sayıda veya maddiyatta bir tetkik isteyemiyorsunuz. Tetkikleri tam yapabilmek için ya hastayı gönderip bir daha getireceksiniz ki bu çifte müşteri(!) anlamına geliyor ya da elinizdekilerle yetinip kâr oranını aynı tutacaksınız.

   Bu doktorları şuan direkt olarak etkileyen performans sistemi dediğimiz şey. Onun dışında ülkede yapılacağı söylenen ve ortalığı allak bulak edebilecek şeyler mevcut bunlardan bazıları; Üniversite hastanelerinin kapatılıp yerlerine şehir hastaneleri açılması, hastanelerin yönetiminin ve takibinin ekonomistlerce yapılması gibi zamana yayılmış kademe kademe gerçekleştirilen planlar mevcut. Ayrıca buraya fakültelerin tıka basa doldurulduğu eğitim kalitesinin düştüğünü ve gerekenden çok fazla sayıda doktor çıkmasıyla ortalığın doktor kaynayacağını görmekte zor değil. Herhangi bir hastanesi onu bırak fakültesi bile olmayan okullar açılıp diğer okullarla birleştirilmesi durumu iyice çıkmaza sokuyor. Bu sadece 6 yıllık tıp öğrenimi için değil aynı zamanda uzmanlık içinde büyük sıkıntılar oluşturuyor. Yabancı doktor alınması da bu işsizliği gündeme getirebilir gibi gözüküyor.

    Politikalarla çok sıktığımın farkındayım biraz daha özet gideyim. Tıptaki yenilenme de neler geleceğini kimse bilmiyor ama ortada dönen dedikodular biraz da gerçeği yansıtıyor. Doktorlar daha iyi şartlar için özel hastanelere gidiyor vs.

    Peki bu şartlarda tıp seçilir mi? Öncelikle tıp seçmek bunlar olsun olmasın amansız bir çalışmayı beraberinde getiriyor. Ders yükü olarak çok ağır bir sisteme sahibiz. Tıptaki gelişmeler bitmek tükenmek bilmediği için bilgi yükü katlarla artıyor. Fakülte hayatında öğrenilen şeyler tıp bitince yarısı yanlış yarısı eski ve değişmiş. O yüzden sürekli bir yenileme getiriyor. Onun dışında öğrenilen şeylerin hafızalara kazınması gerekiyor ki hastaya karşı bir hata yapılmasın. Yani tıpa geldiğin zaman çalışmadan kaçış yok.

    Tıpta ki politik gelişmeler ne kadar doktorları bıktırsada doktorluk güzel bir meslek. O koşuşturmanın bile tadı bir ayrı heyecanı bir ayrı. Sırf bu yüzden 50'li yaşlarında afla okula dönenler var. Biraz hem severim hem döverim işine dönüyor bu iş. Doktorlara sorsan şikayetçi ama bırak mesleği dersen bırakmaz bırakamaz. Ben seçtim ve memnunum. Ama ben hayallerimde kendimi hep sürekli meşgul çalışan biri olarak hayal ediyordum ve öyle olmak istiyordum. Arada kızıyorum, sinirleniyorum, hocalardan azar yiyorum, bilgiyi unutunca karamsar bir hale giriyorum. Ama tıp yine de güzel umarım daha fazla mahvetmezler. Son olarak bu resim bir özet olsun :)