25 Ocak 2015 Pazar

Kitap İncelemesi-Kara Kule Serisi


Bitirdikten sonra etkisinden çıkamadığım bir kitabı paylaşmak isterim. Stephen King’in Kara Kule serisi. Seri 7 kitaptan oluşmakta ek olarak ise bir adet hikâye ve çizgi romanlarda içermektedir.
Seriye genel olarak bakarsak her kitapta yeni bir macera ve değişik bir hikâyeye dalış yapacağız. Bu farklı hikâyeler, ana hikâyeden kopmadan kuleyi merkezde tutarak aktarılmış. Serinin tamamlanması gerçekten uzun bir süreye yayılmış. Bu süre içerisinde yazarın tarzının nasıl değiştiğini de gözlemleyebiliyoruz. Her kitap size farklı bir tecrübe yaşatıyor. Ayrıca her kitabın başında önceki kitaplardaki olayları cidden çok kısa bir şekilde özetlemesi kitapların içeriklerinden ve önemli olaylardan kopmadan devam etmenizi de sağlıyor.
 İçeriğine bakacak olursak post-apokaliptik bir dünyada eski tarz yaşayan bir silahşorun her şeyin merkezinde olan Kara Kule’ye olan yolculuğunu göreceğiz.
İlk kitapta(Silahşor) kahramanımızın bazı sorulara cevap bulmak için Siyahlı Adam’ı takibi anlatılıyor. Kitaba başladığınızda kendinizi hikâyenin ortasında buluyorsunuz. Hiçliğin ortasında iki adamı takip ediyoruz. Kitap boyunca büyük bir yalnızlık ve boşluk hissi kaplıyor içinizi. Aklınızda birçok soru oluşuyor. Silahşor kim, Kara Kule ne ve neden önemli, Siyahlı Adam kim ve en önemli soru biz nasıl bir dünyanın içindeyiz? İlk kitapta aklınıza birçok soru işareti doluşacak. Silahşorun iyi karakter mi kötü karakter mi olduğunu bile sorgulayacaksınız. Sürükleyici ve ilginç bir hikâye sizi bekliyor.
İkinci kitabımızda(Üçün Çekilişi) silahşor Kara Kule yolunda kendine eşlik edecek üç arkadaşı bizim dünyamıza benzeyen ama farklı zaman dilimlerinden kendi dünyasına çekiyor. Burada bu karakterlerin yaşamlarını kişiliklerini görüyoruz ve silahşorun ortamına nasıl uyum sağladıklarını görüyoruz.
Üçüncü kitapta(Çorak Topraklar) silahşorun dünyasının nasıl bir yer olduğuna bakıyoruz. Bozulmuş bir dünya karşımıza çıkıyor. Bu dünya neler olduğunu yavaş yavaş çözüp kafamızda bir şekil oluşturuyoruz. Sanırım burası herkesin kendi hayal dünyasına kalacak. Fakat benim kafamda oluşan dünyaya bakacak olursak bir şekilde dünyaya radyasyonun yayıldığı, bazı yerlerin kısmen korunduğu ama radyasyon yüzünden her şeyin değiştiği, çoğunlukla çorak topraklardan oluşan, yaşamın zor ve çileli olduğu, insanlığın ölmek üzere olduğu bir dünya görürüz. Çok eski insanların büyüyle dünyaya hâkim olduğu daha sonra teknolojinin son derece geliştiği ve büyünün yerini makinelerin aldığı bir geçmişi var. Bu ara ile günümüz arasında büyük bir uçurum ve boşluk var. Uzun bir süre sonra Arthur Eld diye ortaçağ tarzı bir kahramanın dünyaya geldiğini anlıyoruz fakat bu karakterin kim olduğu ve neden önemli olduğu yine meçhul ama dünya bozulmadan önce geldiği ve bir düzen kurduğunu anlıyoruz. Daha sonra bu dünyanın merkezi Gilead’ın düşüşü ve birkaç savaşın sadece adını duyuyoruz. Gilead düşmeden önce dünya bozulmaya başlıyor fakat Gilead’ın düşüşüyle artık bozulmanın karşısında kimsenin kalmadığını biliyoruz.
Dördüncü kitap(Büyücü ve Cam Küre) bizi Gilead’ın son zamanlarına götürüyor. Burada silahşorun geçmişinden önemli bilgileri, silahşorun eski katetini ve hüzünlü bir aşk hikâyesini karşımızda buluyoruz. Önceki kitaplardan farklı bir tada sahip olan bu kitapta silahşorun bugünkü haline bürünmesine sebep olan aşkı öğreniyoruz. Aynı zamanda Gilead’ın en güvendiği bölgelerde bile ne derece büyük hainlikler döndüğünü ve yıkımın kaçınılmaz olduğunu da anlıyoruz.  Kitaba giren büyücü ve cam küre ise artık hikâyemizi bilinen gerçekliğin daha üstüne götürüp bu dünyadaki sihirin önemi ve gücünü de gösteriyor. Sihir eskilerde kalsa da henüz bitmemiş.
Beşinci kitap(Calla’nın Kurtları) bir müddet Kara Kule’den bizi uzaklaştırmış gibi hissettirse de bu savaş kuleye ulaşırken bilgilerimizi önemli ölçüde etkileyecek. Eskilerin aletlerinin karşısında savaşan bir köyü anlatacak. Kara Kule’nin yıkılmaya çalışırken ne tür planlar döndüğünü aktaracak.
Altıncı kitabı(Susannah’nın Şarkısı) anlatırken maalesef biraz spoiler vermek zorunda kalacağım. Henüz önceki kitabı okumadıysanız ve spoilerden nefret ediyorsanız bu bölümü atlayabilirsinizJ. Bu kitapta Susannah’nın kaçışını anlatıyor. Ve önceki kitapta kafamıza takılan hamileliğin nereden geldiğini ve nasıl bir tezgâh döndüğünü kavramımızı sağlıyor. Aynı zamanda günümüz dünyasının son bilmeceleri açığa çıkıyor. Kara Kule’yi yıkmaya çalışan karakterlerin peşinden koşuyoruz ve onların nasıl yaratıklar olduğunu öğrenmeye başlıyoruz. Açıkçası yazarın bu ve bundan sonraki kitaba kendini taşıması beni çok rahatsız etti. Değişik bir bağlam olduğunu kabul edebilirim ama yine de bence can sıkıcı bir gelişmeydi. Büyük bir zorlamayla kendini serinin ortasına bıraktı. Bu bölümler cidden sıkıcı hikâyenin akmasını engelleyen bir yapıdaydı.
Yedinci kitap(Kule) artık sona yaklaştığımız bu kitap son gizemlerin çözüldüğü aksiyonun hat safhada olduğu bir kitap. Kule’nin nasıl yıkılmaya çalışıldığı, Kızıl Kral’ın kim olduğu, karakterlerin sonları ve ihtişamlı Kule bizi bekliyor. Bu kitap hakkında çok şey yazılabilir ama buna lüzum görmüyorum. King önemli ve zor olanın son yazmak olduğunu söyler ve gerçekten güzel bir son yazdığını söyleyebilirim. Yalnız kitabın sonuna eklenen Kara Kule şiirini kitabı bitirir bitirmez okumanızı tavsiye etmem. Önce o güzel sonun tadını çıkarın seriyi sorgulayın.
Dört buçuğuncu kitap(Anahtar Deliğinden Esen Rüzgâr) bize iç içe hikâye aktarıyor. Kule serisini etkilemeyen hikâyeler fakat yine de sürükleyici ve güzel anlatımlı hikâyeler. Yalnız ufak bir mesaj verilmiş. Gilead’ın düşmesini isteyenlerin kendince bir sebebi olduğu alt mesaj olarak yerini bulmuş. Burada seriyi ve Gilead’ın adaletini sorgulamamızı söylemiş.

Bu seriyi okumaktan kesinlikle pişman olmayacağınızı söylemek isterim. Kütüphanemdeki büyük bir boşluğu yeri hiç değişmeden dolduracak.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder