Bitirdikten sonra etkisinden çıkamadığım bir kitabı paylaşmak isterim. Stephen King’in Kara Kule serisi. Seri 7 kitaptan oluşmakta ek olarak ise bir adet hikâye ve çizgi romanlarda içermektedir.
Seriye genel
olarak bakarsak her kitapta yeni bir macera ve değişik bir hikâyeye dalış
yapacağız. Bu farklı hikâyeler, ana hikâyeden kopmadan kuleyi merkezde tutarak
aktarılmış. Serinin tamamlanması gerçekten uzun bir süreye yayılmış. Bu süre
içerisinde yazarın tarzının nasıl değiştiğini de gözlemleyebiliyoruz. Her kitap
size farklı bir tecrübe yaşatıyor. Ayrıca her kitabın başında önceki
kitaplardaki olayları cidden çok kısa bir şekilde özetlemesi kitapların
içeriklerinden ve önemli olaylardan kopmadan devam etmenizi de sağlıyor.
İçeriğine bakacak olursak post-apokaliptik bir
dünyada eski tarz yaşayan bir silahşorun her şeyin merkezinde olan Kara Kule’ye
olan yolculuğunu göreceğiz.
İlk
kitapta(Silahşor) kahramanımızın bazı sorulara cevap bulmak için Siyahlı Adam’ı
takibi anlatılıyor. Kitaba başladığınızda kendinizi hikâyenin ortasında
buluyorsunuz. Hiçliğin ortasında iki adamı takip ediyoruz. Kitap boyunca büyük
bir yalnızlık ve boşluk hissi kaplıyor içinizi. Aklınızda birçok soru oluşuyor.
Silahşor kim, Kara Kule ne ve neden önemli, Siyahlı Adam kim ve en önemli soru
biz nasıl bir dünyanın içindeyiz? İlk kitapta aklınıza birçok soru işareti
doluşacak. Silahşorun iyi karakter mi kötü karakter mi olduğunu bile
sorgulayacaksınız. Sürükleyici ve ilginç bir hikâye sizi bekliyor.
İkinci
kitabımızda(Üçün Çekilişi) silahşor Kara Kule yolunda kendine eşlik edecek üç
arkadaşı bizim dünyamıza benzeyen ama farklı zaman dilimlerinden kendi
dünyasına çekiyor. Burada bu karakterlerin yaşamlarını kişiliklerini görüyoruz
ve silahşorun ortamına nasıl uyum sağladıklarını görüyoruz.
Üçüncü
kitapta(Çorak Topraklar) silahşorun dünyasının nasıl bir yer olduğuna
bakıyoruz. Bozulmuş bir dünya karşımıza çıkıyor. Bu dünya neler olduğunu yavaş
yavaş çözüp kafamızda bir şekil oluşturuyoruz. Sanırım burası herkesin kendi
hayal dünyasına kalacak. Fakat benim kafamda oluşan dünyaya bakacak olursak bir
şekilde dünyaya radyasyonun yayıldığı, bazı yerlerin kısmen korunduğu ama
radyasyon yüzünden her şeyin değiştiği, çoğunlukla çorak topraklardan oluşan,
yaşamın zor ve çileli olduğu, insanlığın ölmek üzere olduğu bir dünya görürüz.
Çok eski insanların büyüyle dünyaya hâkim olduğu daha sonra teknolojinin son
derece geliştiği ve büyünün yerini makinelerin aldığı bir geçmişi var. Bu ara
ile günümüz arasında büyük bir uçurum ve boşluk var. Uzun bir süre sonra Arthur
Eld diye ortaçağ tarzı bir kahramanın dünyaya geldiğini anlıyoruz fakat bu
karakterin kim olduğu ve neden önemli olduğu yine meçhul ama dünya bozulmadan
önce geldiği ve bir düzen kurduğunu anlıyoruz. Daha sonra bu dünyanın merkezi
Gilead’ın düşüşü ve birkaç savaşın sadece adını duyuyoruz. Gilead düşmeden önce
dünya bozulmaya başlıyor fakat Gilead’ın düşüşüyle artık bozulmanın karşısında
kimsenin kalmadığını biliyoruz.
Dördüncü
kitap(Büyücü ve Cam Küre) bizi Gilead’ın son zamanlarına götürüyor. Burada
silahşorun geçmişinden önemli bilgileri, silahşorun eski katetini ve hüzünlü
bir aşk hikâyesini karşımızda buluyoruz. Önceki kitaplardan farklı bir tada
sahip olan bu kitapta silahşorun bugünkü haline bürünmesine sebep olan aşkı
öğreniyoruz. Aynı zamanda Gilead’ın en güvendiği bölgelerde bile ne derece
büyük hainlikler döndüğünü ve yıkımın kaçınılmaz olduğunu da anlıyoruz. Kitaba giren büyücü ve cam küre ise artık
hikâyemizi bilinen gerçekliğin daha üstüne götürüp bu dünyadaki sihirin önemi
ve gücünü de gösteriyor. Sihir eskilerde kalsa da henüz bitmemiş.
Beşinci
kitap(Calla’nın Kurtları) bir müddet Kara Kule’den bizi uzaklaştırmış gibi
hissettirse de bu savaş kuleye ulaşırken bilgilerimizi önemli ölçüde
etkileyecek. Eskilerin aletlerinin karşısında savaşan bir köyü anlatacak. Kara
Kule’nin yıkılmaya çalışırken ne tür planlar döndüğünü aktaracak.
Altıncı
kitabı(Susannah’nın Şarkısı) anlatırken maalesef biraz spoiler vermek zorunda
kalacağım. Henüz önceki kitabı okumadıysanız ve spoilerden nefret ediyorsanız
bu bölümü atlayabilirsinizJ.
Bu kitapta Susannah’nın kaçışını anlatıyor. Ve önceki kitapta kafamıza takılan
hamileliğin nereden geldiğini ve nasıl bir tezgâh döndüğünü kavramımızı
sağlıyor. Aynı zamanda günümüz dünyasının son bilmeceleri açığa çıkıyor. Kara
Kule’yi yıkmaya çalışan karakterlerin peşinden koşuyoruz ve onların nasıl
yaratıklar olduğunu öğrenmeye başlıyoruz. Açıkçası yazarın bu ve bundan sonraki
kitaba kendini taşıması beni çok rahatsız etti. Değişik bir bağlam olduğunu
kabul edebilirim ama yine de bence can sıkıcı bir gelişmeydi. Büyük bir
zorlamayla kendini serinin ortasına bıraktı. Bu bölümler cidden sıkıcı
hikâyenin akmasını engelleyen bir yapıdaydı.
Yedinci
kitap(Kule) artık sona yaklaştığımız bu kitap son gizemlerin çözüldüğü aksiyonun
hat safhada olduğu bir kitap. Kule’nin nasıl yıkılmaya çalışıldığı, Kızıl
Kral’ın kim olduğu, karakterlerin sonları ve ihtişamlı Kule bizi bekliyor. Bu
kitap hakkında çok şey yazılabilir ama buna lüzum görmüyorum. King önemli ve
zor olanın son yazmak olduğunu söyler ve gerçekten güzel bir son yazdığını
söyleyebilirim. Yalnız kitabın sonuna eklenen Kara Kule şiirini kitabı bitirir
bitirmez okumanızı tavsiye etmem. Önce o güzel sonun tadını çıkarın seriyi
sorgulayın.
Dört buçuğuncu
kitap(Anahtar Deliğinden Esen Rüzgâr) bize iç içe hikâye aktarıyor. Kule
serisini etkilemeyen hikâyeler fakat yine de sürükleyici ve güzel anlatımlı
hikâyeler. Yalnız ufak bir mesaj verilmiş. Gilead’ın düşmesini isteyenlerin
kendince bir sebebi olduğu alt mesaj olarak yerini bulmuş. Burada seriyi ve
Gilead’ın adaletini sorgulamamızı söylemiş.
Bu seriyi
okumaktan kesinlikle pişman olmayacağınızı söylemek isterim. Kütüphanemdeki
büyük bir boşluğu yeri hiç değişmeden dolduracak.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder